h2

‘Aşk’ın hangi hali! (2)

Ümit Kardaş

Aşk ilişkisinde güç ve iktidar mücadelesinden kurtulabilmek için bir tarafın güçsüzlüğünü, yaralarını göstermesi gerekir. Ömer Faruk’un deyişiyle yaralarını göstermekten sakınan kişi ilişkiye başlayamaz bile. Çünkü güçsüzlüğümüzü sakladığımız sürece diğerinin bundan yararlanıp yararlanmayacağını bilemeyiz. Adorno, aşkın sınandığı bu duruma ilişkin en etkili cümleyi kurar: “Sen güçsüzlüğünü gösterdiğinde, diğeri gücünü göstermek için bundan faydalanmıyorsa bil ki seviliyorsun.

İlişkiye böyle başladığında zor günler için de var olduğunu gösterirsin. Faruk’un söylemiyle yaşlılıkta ve hastalıkta, hapiste ve gurbette. Bu, aşkın zamana ve hayatın engellerine direnmesidir. Badiou’ya göre hayatı yeniden icat etmeyi amaçlayan Aşk’ın sabırlı ve inatçı olması uygun düşer. Çünkü Aşk’ın yeniden icat etmeyi de yeniden icat etmesi gerekir. Ve gerçek aşkı tanımlar: “Gerçek aşk uzamın, dünyanın ve zamanın yarattığı engelleri kalıcı bir biçimde, kimi zaman acı çekerek alt eden aşktır.

Kuşkusuz Aşk’ı besleyen en önemli duygu hissetme kapasitesiyle anlam kazanan içsellik kavramlarından biri olan “Acı.” Sponville, yas ile acı arasındaki bağlantıyı kurar. Ölenin ya da terk edenin ardından duyulan yas. Sevginin biricikliği ve yoğunluğu sadece yoksunluğuyla ortaya çıkar ve bıraktığı acı ile hissedilir. Acı varsa Aşk da vardır ya da Aşk yoksa acı da yoktur. Hayatın en çıplak gerçeği olan acıya razı olmayanlar, onu içselleştirmeyenler yas tutamaz ve onun yeniden doğurduğu Aşk’ı yaşayamazlar.

Aragon acıyı nasıl da içselleştirir: Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim/ İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi/ (…)/ Bir tek aşk yoktur acıya gark etmesin/ Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara/ Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda/ Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da/ Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin/ Mutlu aşk yoktur ama/ Böyledir ikimizin aşkı da” ve Turgut Uyar devam eder: “acıdır ağacın gölgesini yapan/ bunu herkes bilir

Milan Kundera da acıyı sadece Ben’in en temel duygusu olarak “düşünce”den önceye koymakla kalmaz, onu bütün duygular arasında saygıya en çok layık değerlerin değeri olarak niteler.

Badiou, “Acı çekmeden pekâlâ âşık olabilirsiniz” sloganını eleştirir. Artık talep ettirilen ve edilen risk içermeyen, bir tür güvenli ilişki arayışı, garantili bir ahesteliktir. Böylece Aşk’ı oluşturan her tür dolaysız deneyimlerin ve her türlü derin ve doğal hissedişlerin önü kesilir. Nesnelere bağımlılık yaratmaya yönelik olarak kurulmuş tüketim toplumu Aşk’ı risksiz, tutkusuz ve zevkli cinsel ilişkiler boyutuna indirgeyerek tehdit altına almıştır. Badiou, felsefeciyi Aşk’ı savunmaya çağırır: “Güvenliğe ve rahatlığa karşı riski ve serüveni yeniden icat etmeli.

Aşk; mutluluk, sevinç kadar acıyı da kapsayarak insanı başka boyutlara taşır. Faruk’un anlatımıyla: “(…)kişi böylece ötekinin sevinç ve acısıyla kendisinden de çıkar, ötekine katılarak daha fazla olur. Böylece ötekini de içeren yeni bir hayatın nüveleri yaratılmaya başlanır.

Aşk, her türlü ideolojik dayatmayı ve nesne despotlarını reddedenlerin yaşayabilecekleri tinsel bir boyut. Tahakkümü meşrulaştıran, itaat altına sokmayı amaçlayan bütün yapı ve söylemlere karşı, Aşk nesnelere bağımlılığa karşı koyabilecek, onun dışına çıkarak yeni bir dil ve dokunuşla zamana direnebilecek ve hayatı yeniden yaratabilecek bir imkânı sunuyor.

Peki, devletin ideolojik aygıtlarıyla ruhumuzda yarattığı tahribata karşı sahih Aşk nasıl yaşanır kılınabilir? Devletin mülkiyet hırsı ve nesne bağımlılığı üzerinden etkilediği aile bencilliğin ve yüzeyselliğin ana çekirdeği haline gelmişse Aşk’ı bu niteliksizliğin içinden nasıl çekip çıkarabiliriz?

Faruk’un tespitiyle, “Aile özünde Aşk’ın devleti olarak tanımlanabilir mi?

 

    Haneke Huzursuz Seyirler Diler, Ed: Nilgün Tutal Cheviron,

Yazarlar: Nilgün Tutal Cheviron, Aydın Çam, Umur Bedir, Bermal Aydın, S. Ruken Öztürk, Merve Kurt, Oya Kasap, Vehbi Görgülü, Ömer Faruk

Ekslibris Yayıncılık, 2014.

*

Makale: Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Ömer Faruk

*

7 Temmuz 2015, Taraf