Aşk’ın hangi hali! (3)
Ümit Kardaş
Aşk eyleminde iki kişi kendilerinin dışına çıkarlar. İnsan, kendisinin dışına çıkıp başka bir nesneye yönelir. Sevilen şeye doğru merkezkaç bir çekilme hali yaşanır. İçimizdeki huzuru ve sabitliği terk ederek karşı tarafa göç ederiz. Bu göç hali sürekli bir akışı gösterir. Aşk bir nesneye doğru gider ve onu sıcak bir onayla sarıp sarmalar.
Yüzyılımızda Aşk bu sıcaklıkta, zamana direnerek ve hükmederek yaşanıyor mu? Milyonlarca insan kısa dönemli, tek gecelik, cinsellikte hazza ve tatmine odaklanmış bir ilişkiyi Aşk olarak anlamakta. Aşk ayağa düşürülmüş, basitleştirilmiş, acı yerine değiştirme yeğlenerek niteliğin yerine nicelik geçmiş durumda. Aşk bedenin tatminine odaklandığında bedenin yüzeyinde kalmakta, içselliği dışlamakta.
Badiou’ya göre salt cinsel ilişkiye indirgenmiş Aşk’ta kişi öteki aracılığıyla da olsa yine kendisiyle ilişki içindedir. Öteki sadece zevkin aracı durumundadır ve her ilişki sonucunda “boşluk duygusu” doğar. Sponville’in söylemiyle “çiftleşmeden sonra her hayvan kederlidir.” Badiou, sahih Aşk’ın bu boşluğu dolduracak niteliğe sahip olduğunu ve cinsel ilişki olmadan da dokunma ve sevme kapasitesi barındırdığını belirtir. Aşk dokunmayı bedenin tümüne taşır. Gülümseme, şefkat ve bakışların sessizliğiyle niteliğini artırır. Arzuda olduğu gibi bedendeki seçili nesnelere değil, doğrudan ötekinin varlığına yönelir.
Duygu ve düşüncelerimizi başka insanlara bize ait olduğundan hiç şüphe etmediğimiz bedenimiz aracılığıyla aktarırız. Bedenimizin kendine özgü bir dili vardır. Ömer Faruk; Roland Barthes’ın, tarihin, toplumların, yönetimlerin, ideolojilerin el koyduğu bir gövdeden söz ettiğini belirtir.
Barthes’a göre önceden dinsel amaçlarla tasvir edilen beden, estetiğin laikleşmesiyle birlikte cinsel çekicilik edinerek soyunmuştur. Böylece beden hayatın merkezinde hem bir seyirlik nesnesine hem de ölümsüzlük isteğinin sembolüne dönüşmüş durumda.
Bu durumda hangi bedeni sevmemiz gerektiği açıktır. Genç, ince ve ölümsüz bedenler. Artık ölümü unutma ve kendini sürekli genç olarak var etme çabasıdır söz konusu olan. Zygmunt Baugman’a göre bu çaba sosyal medya ve teknoloji harikası araçlardan edindiği özgüvenle ölümü yok sayar. İçselliğin yerini kısa mesajlar, sözün yerini laf almıştır. Genç ve diri kalmanın kibirli özgüveni ölümü hayatın içinden çekmekte ve küçümsemekte. İnsanlar kendilerini “gençlik ırkçılığı” akımına kaptırmış durumda.
Faruk sorar: Aşk kırışmış bir yüzde, cinsellik işlevi azalmış cinsel organlarda, düşük kalçada, sarkmış göğüste, saçları dökülmüş kafada yaşamaz mı? Haneke “Aşk” isimli filminde kamerasını 80’li yaşlarını süren Anne ve Georges’un yüzlerindeki derin çizgilere, gözlerindeki anlama ve mimiklere odaklar. Birbirlerinin yüzüne bakar, gülümser ve az konuşurlar. Söz niteliğine kavuşmuş, yüz artık en etkili çekim bölgesi haline gelmiştir. Söze gerek yoktur ve Aşk’ın philia olarak anlamı olan sevgi kırışıklıklara sinmiştir.
Faruk en güzel çıkarımı yapar: “Kibirden, hırstan, zalimlikten, duygusuzluktan ve unutulma korkusundan kurtulmak bir tek ölüme razı olmakla gerçekleşebilir, Kişi ölüme razı olarak başkasına da razı olur, başkasına razı olarak başkalarıyla seçilmiş bir boyutta beraber yaşamayı öğrenir. Böylece bireysellik yalnızlık, birliktelik de tahakküm üretmez. (…) Tasarlayan ve içsellik kaygısı güden kişi başkası için var olarak kendisi için de var olur, dünya üzerindeki varlığına anlam katar. (…) İnsanlığa Aşk’ı, başka bir hayat olabileceği bilgi ve imkânını armağan eder. Zorunluluktan çıkar, kendini, dokunduklarını ve hayatını yeniden inşa eder. Sevdiğinin bedenine ve kendi bedenine hükmederek Aşk’a kendi içeriğini katar, Aşk’ını tüm dünyadan ayırarak biricik kılar.”
Ve Faruk fısıldar: “Kişi, edindiği Aşk kapasitesi kadardır.”
Haneke Huzursuz Seyirler Diler, Ed: Nilgün Tutal Cheviron,
Yazarlar: Nilgün Tutal Cheviron, Aydın Çam, Umur Bedir, Bermal Aydın, S. Ruken Öztürk, Merve Kurt, Oya Kasap, Vehbi Görgülü, Ömer Faruk
Ekslibris Yayıncılık, 2014.
*
Makale: Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Ömer Faruk
*
11 Temmuz 2015, Taraf