HANEKE


 

‘Ev’ in ve ‘Aşk’ın Hangi Hali!

Ümit Kardaş

Ömer FarukMicheal Haneke’nin “Aşk” filmi üzerinden insanın aşk hallerini anlatır. (“Haneke Huzursuz Seyirler Diler”, sh. 231) Deleuze, insanın tür değiştirmekte olan bir hayvan olduğunu belirtirken aşk bu sürecin neresinde ve ne önemde vardır? Abdûlgaffar el Hayatî Kişi sevmeye başladığı zaman insanlaşmaya başlar” derken aşkı bu merhalede başköşeye koyar.

Faruk, insanlığın binlerce yıl süren uzun macerasında teknolojik olarak ulaştığı aşamalara göndermede bulunarak aşkın halini sorgular. Bunu yaparken aşkı, ev metaforu üzerinden irdeler. Modern hayatta ailenin sığınağı haline gelmiş ev neyi içermekte?

Gaston Bachelard, “Mekânın Poetikası” isimli kitabında aşkla bağlantılandırılan ev hakkında şu çarpıcı değerlendirmeyi yapar. “Odalar, kaldırımdan çatıya kadar üst üste yığılır; ufuksuz bir gökyüzü, çadır bezi gibi örter tüm kenti. Kentteki yapıların sadece dış yüksekliği vardır. Asansörler, merdivenlerin kahramanlıklarını yok eder. Gökyüzüne yakın oturmanın artık pek de övünülecek bir yanı yoktur. Evim denilen yer de basit bir yataylıktan başka bir şey değildir.” Bachelard evin, evde yaşayanın içselliğini besleyip beslemediği üzerinden evin içselliğiyle hayal gücünü kışkırtıp kışkırtmadığını irdeler. Ona göre ev, düşlemeyi barındıracak huzuru verir, düşleyeni korur. Düşler, yeni düşlerle temadi eder.

Evin içselliği ve yarattığı hayal gücü insanı diğer canlılardan ayıran kavramlar. Faruk, içsellik ve hayal gücünün şiir yazabilmemiz, beste yapabilmemiz, bir çiçeği fark edebilmemiz, sevgilimizi okşayabilmemiz ya da sevme kapasitesi edinebilmemiz için beslenebileceğimiz kaynaklar olduğunu belirtiyor.

Bachelard, evin içselliğini anlatırken mahzen (bilinçdışı) ve tavan arası (bilinç) metaforundan yararlanmakta: “Mahzen evin karanlık boyutu, akıldışının kendini örgütlediği yer, acı veren düşlerin kök saldığı derinliktir. Bu derinliğin başka hiçbir yerde rastlanmayacak kendine özgü bir kokusu vardır: ‘Küf kokusu’ deriz, ağır, pis ve bunaltıcıdır. Işık yoktur, yapay ışık mahzeni değiştirmez, duvarlarında ürkek gölgeler dolaşır, karanlığa ve daha derine çağırır. … kazı bitmez, sürekli derine daha derine kazma isteği uyandırır. … artık salt toprak ve aşağıya doğru derinleşen zifiri karanlık ve mutlak bir bilinmezlik vardır. Mahzen, bu durumda, toprağa gömülmüş deliliktir, çevresine duvar örülmüş dramlardır.

Tavan arası ise odaların dışında, mahzene uzak, merdivenle çıkılan, uzaklıkları, bulutları, kuşları gördüğümüz, başka tavan aralarının varlığını ve yalnızlıkların kesişmelerini hissettiğimiz, mahzendeki korkularımızı unuttuğumuz bir yerdir. Faruk’un deyişiyle tavan arasında yaşadığımız yalnızlık “Başka seçilmiş yalnızlıkların da olduğu bilgisini, diğer tavan arası yalnızlıkları üzerinden düş kurma sevincini iletir bize.

Henning Mankell, insanlar artık ev değil, saklanacak yerler yapıyorlar derken, Bachelard, içselliği olan evlere yaşanmışlık sindiğini, eşyanın ve kapıların kendine özgü sesler verdiğini anlatır. İçselliği olan evlerde gözetleme ve gösterme mekânı olan balkon değil, dokunmaya, koklamaya, oyuna ve diğer canlı türleriyle birlikte olmaya yer açan bahçeler, avlular vardır. İçselliği olan evlerde beğeni duygusu gelişmiş, bencillik denetim altına alınmıştır.

Faruk, içselliği olan evleri anlatmaya devam eder: “İçselliği olan evlere kuşlar yuva yapar, sarmaşıklar duvarlarında yürür, rüzgâr evin bahçesine tohum taşır, kertenkeleler pencereden girer. … Gökdelen ve sitelerde mahzen ve tavan arası yoktur, kuşlar da yuva yapmaz; buralarda büyüyen çocuklar küf kokusu nedir bilmez.

Modernizmin yeni rafine hapishaneleri bedenimizi ve ruhumuzu tutsak eden çağdaş evler olmasın? Hayal gücümüzü televizyona kaptırarak kendimizi kilitlediğimiz, çelik kapılarla korumaya çalıştığımız tekinsizlik çağrıştıran evler. Zygmunt Bauman, evle ilgili tespitini yapar: “Buralar, aşkın ve dostluğun paylaşılan teneffüs avlusu statüsünden bölgesel çarpışma alanlarına, birlik şantiyesinden tahkim edilmiş sığınaklar toplamına dönüşmüştür.

Faruk soruyu büyütür: “İçselliği olmayan evlerde aşk birikir mi?

 

    Haneke Huzursuz Seyirler Diler, Ed: Nilgün Tutal Cheviron,

Yazarlar: Nilgün Tutal Cheviron, Aydın Çam, Umur Bedir, Bermal Aydın, S. Ruken Öztürk, Merve Kurt, Oya Kasap, Vehbi Görgülü, Ömer Faruk

Ekslibris Yayıncılık, 2014.

*

Makale: Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Ömer Faruk

30 Haziran 2015, Taraf

 

 

 

 

‘Aşk’ın Hangi Hali! (2)

Ümit Kardaş

Aşk ilişkisinde güç ve iktidar mücadelesinden kurtulabilmek için bir tarafın güçsüzlüğünü, yaralarını göstermesi gerekir. Ömer Faruk’un deyişiyle yaralarını göstermekten sakınan kişi ilişkiye başlayamaz bile. Çünkü güçsüzlüğümüzü sakladığımız sürece diğerinin bundan yararlanıp yararlanmayacağını bilemeyiz. Adorno, aşkın sınandığı bu duruma ilişkin en etkili cümleyi kurar: “Sen güçsüzlüğünü gösterdiğinde, diğeri gücünü göstermek için bundan faydalanmıyorsa bil ki seviliyorsun.

İlişkiye böyle başladığında zor günler için de var olduğunu gösterirsin. Faruk’un söylemiyle yaşlılıkta ve hastalıkta, hapiste ve gurbette. Bu, aşkın zamana ve hayatın engellerine direnmesidir. Badiou’ya göre hayatı yeniden icat etmeyi amaçlayan Aşk’ın sabırlı ve inatçı olması uygun düşer. Çünkü Aşk’ın yeniden icat etmeyi de yeniden icat etmesi gerekir. Ve gerçek aşkı tanımlar: “Gerçek aşk uzamın, dünyanın ve zamanın yarattığı engelleri kalıcı bir biçimde, kimi zaman acı çekerek alt eden aşktır.

Kuşkusuz Aşk’ı besleyen en önemli duygu hissetme kapasitesiyle anlam kazanan içsellik kavramlarından biri olan “Acı.” Sponville, yas ile acı arasındaki bağlantıyı kurar. Ölenin ya da terk edenin ardından duyulan yas. Sevginin biricikliği ve yoğunluğu sadece yoksunluğuyla ortaya çıkar ve bıraktığı acı ile hissedilir. Acı varsa Aşk da vardır ya da Aşk yoksa acı da yoktur. Hayatın en çıplak gerçeği olan acıya razı olmayanlar, onu içselleştirmeyenler yas tutamaz ve onun yeniden doğurduğu Aşk’ı yaşayamazlar.

Aragon acıyı nasıl da içselleştirir: Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim/ İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi/ (…)/ Bir tek aşk yoktur acıya gark etmesin/ Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara/ Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda/ Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da/ Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin/ Mutlu aşk yoktur ama/ Böyledir ikimizin aşkı da” ve Turgut Uyar devam eder: “acıdır ağacın gölgesini yapan/ bunu herkes bilir

Milan Kundera da acıyı sadece Ben’in en temel duygusu olarak “düşünce”den önceye koymakla kalmaz, onu bütün duygular arasında saygıya en çok layık değerlerin değeri olarak niteler.

Badiou, “Acı çekmeden pekâlâ âşık olabilirsiniz” sloganını eleştirir. Artık talep ettirilen ve edilen risk içermeyen, bir tür güvenli ilişki arayışı, garantili bir ahesteliktir. Böylece Aşk’ı oluşturan her tür dolaysız deneyimlerin ve her türlü derin ve doğal hissedişlerin önü kesilir. Nesnelere bağımlılık yaratmaya yönelik olarak kurulmuş tüketim toplumu Aşk’ı risksiz, tutkusuz ve zevkli cinsel ilişkiler boyutuna indirgeyerek tehdit altına almıştır. Badiou, felsefeciyi Aşk’ı savunmaya çağırır: “Güvenliğe ve rahatlığa karşı riski ve serüveni yeniden icat etmeli.

Aşk; mutluluk, sevinç kadar acıyı da kapsayarak insanı başka boyutlara taşır. Faruk’un anlatımıyla: “(…)kişi böylece ötekinin sevinç ve acısıyla kendisinden de çıkar, ötekine katılarak daha fazla olur. Böylece ötekini de içeren yeni bir hayatın nüveleri yaratılmaya başlanır.

Aşk, her türlü ideolojik dayatmayı ve nesne despotlarını reddedenlerin yaşayabilecekleri tinsel bir boyut. Tahakkümü meşrulaştıran, itaat altına sokmayı amaçlayan bütün yapı ve söylemlere karşı, Aşk nesnelere bağımlılığa karşı koyabilecek, onun dışına çıkarak yeni bir dil ve dokunuşla zamana direnebilecek ve hayatı yeniden yaratabilecek bir imkânı sunuyor.

Peki, devletin ideolojik aygıtlarıyla ruhumuzda yarattığı tahribata karşı sahih Aşk nasıl yaşanır kılınabilir? Devletin mülkiyet hırsı ve nesne bağımlılığı üzerinden etkilediği aile bencilliğin ve yüzeyselliğin ana çekirdeği haline gelmişse Aşk’ı bu niteliksizliğin içinden nasıl çekip çıkarabiliriz?

Faruk’un tespitiyle, “Aile özünde Aşk’ın devleti olarak tanımlanabilir mi?

 

    Haneke Huzursuz Seyirler Diler, Ed: Nilgün Tutal Cheviron,

Yazarlar: Nilgün Tutal Cheviron, Aydın Çam, Umur Bedir, Bermal Aydın, S. Ruken Öztürk, Merve Kurt, Oya Kasap, Vehbi Görgülü, Ömer Faruk

Ekslibris Yayıncılık, 2014.

*

Makale: Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Ömer Faruk

7 Temmuz 2015, Taraf

 

 

 

 

Aşk’ın Hangi Hali! (3)

 Ümit Kardaş

Aşk eyleminde iki kişi kendilerinin dışına çıkarlar. İnsan, kendisinin dışına çıkıp başka bir nesneye yönelir. Sevilen şeye doğru merkezkaç bir çekilme hali yaşanır. İçimizdeki huzuru ve sabitliği terk ederek karşı tarafa göç ederiz. Bu göç hali sürekli bir akışı gösterir. Aşk bir nesneye doğru gider ve onu sıcak bir onayla sarıp sarmalar.

Yüzyılımızda Aşk bu sıcaklıkta, zamana direnerek ve hükmederek yaşanıyor mu? Milyonlarca insan kısa dönemli, tek gecelik, cinsellikte hazza ve tatmine odaklanmış bir ilişkiyi Aşk olarak anlamakta. Aşk ayağa düşürülmüş, basitleştirilmiş, acı yerine değiştirme yeğlenerek niteliğin yerine nicelik geçmiş durumda. Aşk bedenin tatminine odaklandığında bedenin yüzeyinde kalmakta, içselliği dışlamakta.

Badiou’ya göre salt cinsel ilişkiye indirgenmiş Aşk’ta kişi öteki aracılığıyla da olsa yine kendisiyle ilişki içindedir. Öteki sadece zevkin aracı durumundadır ve her ilişki sonucunda “boşluk duygusu” doğar. Sponville’in söylemiyle çiftleşmeden sonra her hayvan kederlidir.” Badiou, sahih Aşk’ın bu boşluğu dolduracak niteliğe sahip olduğunu ve cinsel ilişki olmadan da dokunma ve sevme kapasitesi barındırdığını belirtir. Aşk dokunmayı bedenin tümüne taşır. Gülümseme, şefkat ve bakışların sessizliğiyle niteliğini artırır. Arzuda olduğu gibi bedendeki seçili nesnelere değil, doğrudan ötekinin varlığına yönelir.

Duygu ve düşüncelerimizi başka insanlara bize ait olduğundan hiç şüphe etmediğimiz bedenimiz aracılığıyla aktarırız. Bedenimizin kendine özgü bir dili vardır. Ömer FarukRoland Barthes’ın, tarihin, toplumların, yönetimlerin, ideolojilerin el koyduğu bir gövdeden söz ettiğini belirtir.

Barthes’a göre önceden dinsel amaçlarla tasvir edilen beden, estetiğin laikleşmesiyle birlikte cinsel çekicilik edinerek soyunmuştur. Böylece beden hayatın merkezinde hem bir seyirlik nesnesine hem de ölümsüzlük isteğinin sembolüne dönüşmüş durumda.

Bu durumda hangi bedeni sevmemiz gerektiği açıktır. Genç, ince ve ölümsüz bedenler. Artık ölümü unutma ve kendini sürekli genç olarak var etme çabasıdır söz konusu olan. Zygmunt Baugman’a göre bu çaba sosyal medya ve teknoloji harikası araçlardan edindiği özgüvenle ölümü yok sayar. İçselliğin yerini kısa mesajlar, sözün yerini laf almıştır. Genç ve diri kalmanın kibirli özgüveni ölümü hayatın içinden çekmekte ve küçümsemekte. İnsanlar kendilerini “gençlik ırkçılığı” akımına kaptırmış durumda.

Faruk sorar: Aşk kırışmış bir yüzde, cinsellik işlevi azalmış cinsel organlarda, düşük kalçada, sarkmış göğüste, saçları dökülmüş kafada yaşamaz mı? Haneke “Aşk” isimli filminde kamerasını 80’li yaşlarını süren Anne ve Georges’un yüzlerindeki derin çizgilere, gözlerindeki anlama ve mimiklere odaklar. Birbirlerinin yüzüne bakar, gülümser ve az konuşurlar. Söz niteliğine kavuşmuş, yüz artık en etkili çekim bölgesi haline gelmiştir. Söze gerek yoktur ve Aşk’ın philia olarak anlamı olan sevgi kırışıklıklara sinmiştir.

Faruk en güzel çıkarımı yapar: “Kibirden, hırstan, zalimlikten, duygusuzluktan ve unutulma korkusundan kurtulmak bir tek ölüme razı olmakla gerçekleşebilir, Kişi ölüme razı olarak başkasına da razı olur, başkasına razı olarak başkalarıyla seçilmiş bir boyutta beraber yaşamayı öğrenir. Böylece bireysellik yalnızlık, birliktelik de tahakküm üretmez. (…) Tasarlayan ve içsellik kaygısı güden kişi başkası için var olarak kendisi için de var olur, dünya üzerindeki varlığına anlam katar. (…) İnsanlığa Aşk’ı, başka bir hayat olabileceği bilgi ve imkânını armağan eder. Zorunluluktan çıkar, kendini, dokunduklarını ve hayatını yeniden inşa eder. Sevdiğinin bedenine ve kendi bedenine hükmederek Aşk’a kendi içeriğini katar, Aşk’ını tüm dünyadan ayırarak biricik kılar.

Ve Faruk fısıldar: “Kişi, edindiği Aşk kapasitesi kadardır.

 

    Haneke Huzursuz Seyirler Diler, Ed: Nilgün Tutal Cheviron,

Yazarlar: Nilgün Tutal Cheviron, Aydın Çam, Umur Bedir, Bermal Aydın, S. Ruken Öztürk, Merve Kurt, Oya Kasap, Vehbi Görgülü, Ömer Faruk

Ekslibris Yayıncılık, 2014.

*

Makale: Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı, Ömer Faruk

*

11 Temmuz 2015, Taraf