suzandemirİhlalci bir kitap: Yarabıçak

Suzan Demir

Yarabıçak-Banka Soymuş Bir Devrimcinin Samimi İtirafları hayli iddialı bir kitap. Birbirinin taklidi kitapların piyasayı kapladığı günümüzde hem üslubu hem de tezleriyle dikkat çekiyor. Deleuze’ün “göçebe düşünce” kavramını Çingeneler üzerinden görünür kılarken, yerleşik kültürü ve solu epey hırpalıyor. Sıra dışı, deneysel metinlerden hoşlananların ilgisiz kalamayacağı bir çalışma.

Yarabıçak’ı yazarı Ömer Faruk’a sorduk.

Yarabıçak deneysel bir metin. Roman, şiir, edebiyat, felsefe, sinema, siyaset, müzik vs. hepsi iç içe. Başlarken tereddütleriniz oldu mu? Çünkü zorlayan bir metin, ama okurken okuyucuyu kışkırtan, araştırmaya iten bir yapısı da var.
Yazı’nın kendisi üzerinde de epey düşündüm. John Zerzan, Claude Lévi-Strauss yazı’nın kapatıcı, iktidara ortak olan yönleri hakkında ciddiye alınması gereken çalışmalar yapmışlar. Yazdıklarım kadar yazı’nın kendisine, ürettiği potansiyel tehlikeye de işaret etmek istedim. Bu yüzden “…dır” diyen, tamamlanmış, kendini tahkim eden asık suratlı bir yazı yerine parçalı bir yazı’yı seçtim. Ayrıca her disiplinin kendi içinde uzmanlaşarak diğerine kapandığı için hayatı algılamada bir sorun biriktirdiğini de gözlüyorum. Bu yüzden şiir dizesinden sinemaya, felsefeden siyasete, mitolojiden yazıya, aforizmadan müziğe sıçrayan ve hepsini birbirine teyelleyen yeni bir tür aradım. Umarım becermişimdir…

Yerleşiklikle göçebeliği karşı karşıya getiriyorsunuz. Evlerimizi bırakıp karavanlarda, çadırlarda mı yaşamamızı öneriyorsunuz?
Bu çok rastladığım bir soru, teşekkür ederim. “Göçebe düşünce” Deleuze’ün bizlere armağan ettiği bir kavram. Ama kökleri İbn-i Haldun’un Mukaddime’sine kadar gidiyor. Dogmaya dönüşmüş düşünce modellerinin bizi kapattığını, belirlediğini, yerleştirdiğini ve böylece kontrol edebildiğini söylüyor. “Yaratılan düşünce”ye biat etmekten “düşünce yaratıcısı” olmaya yönelik bir tür yol’dan çıkma daveti de denebilir. Bunun için ille de şehirleri terk etmemiz gerekmiyor, Deleuze de ömrünün büyük bir bölümünü Paris’te geçirmiş zaten. Yarabıçak’ta çarpıcı bir örnek olarak Kim-Ki Duk’un Boş Ev filmini kullandım. Tavsiye ederim, izleyin, pişman olmazsınız…

 Örnek aldığınız başka bir metin oldu mu?
Hayır! Türkçe’de böyle bir metin yok. Yarabıçak’ı okuyan ve dünya literatürünü de yakından izleyen tanıdıklarım dünyada da böyle bir metin olmadığını söylediler. Üsluba dudak bükenlerin, “tantana” yapmadan önce Deleuze ve Guattari’nin “minör edebiyat” kavramsallaştırmasına göz atmasını dilerim, epey zihin açıcıdır. Şunu da hatırlatmak isterim: Foucault, “Deleuze’den sonra felsefe tarihi yeniden yazılmalı” demişti.

Ve tabii kapitalizm, yerleşik düzen ve sınırlar. Yarabıçak’ı bunları sorgulamadan ya da düşünmeden okumak imkânsız. Bunları anlatırken siz sınırlar çizdiniz mi kendinize?
Önce “Sınır nedir? Nasıl oluşur?” diye düşündüm. Elimde sorun çözücü bir avadanlık olmalıydı. Bu da beni ilk çit’e ve tarım’a, ilk evcil hayvan’a ve dil’e, oradan yazı’ya kadar götürdü. Antropolojik bir okuma yaptım. Zihnimizin, bedenimizin, duygularımızın nasıl kapatıldığını, kontrol altına alındığını anlamaya çalıştım. Okudukça “ezberlenilen düşünce”nin masum olmadığını fark ettim. Düşünce diye ezberlemeye çalıştıklarımızın kapatılmayı katmerleştirdiğini gördüm. Yöneten/yönetilen ayrımının ortadan kalkmasını istiyorsak “yaratılan düşünce”den çıkıp “düşünce yaratıcısı” olmamız gerektiğine ikna oldum. Bu süreç kendi sınırlarımla sık sık yüzleşmeme, onları kanırtmama da neden oldu.

Terbiye edilmemiş, gizlenmiş alt anlamları aktaran, hukukun çaresiz kaldığı bir hakaret ve zarafet üslubuyla yazmayı daha çok isterdim, biraz denedim.

İhlal?
Sınırın zihnimizi, bedenimizi ve duygularımızı da kapsadığını saptayınca “ihtilal”den çıkıp “ihlal”e ulaştım. Sürekli teyakkuzda olan, yapma bilgisini edinerek yıkan bir araç olarak “ihlal” sözcüğünü dolaşıma sokmak istedim!

 “Banka soymuş bir devrimcinin samimi itirafları”nı neden alt başlık olarak seçtiniz?
Banka yerleşik kültürün, dogmatik düşüncenin, kapitalizmin en örgütlü ve rafine kurumu. Para bütün dünyada istediği gibi dolaşıyor, kârlı bulduğu her yere göçebiliyor. Tokyo’da oturan biri Londra borsasında oynayabiliyor. Artık kimi devletlerden bile daha güçlü ve en önemlisi kuralsız. Ama hem düşünce hem de kişiler kendi sınırlarına, devletlerine, dogmalarına hapsedilmiş durumda. Eduardo Galeano, “2008 krizi için bankacılar bankaları soydular ve bütün dünyayı krize soktular. Bankaları kurtardıkları halkın parasıyla dünyanın açlık sorunu çözülebilirdi, yapmadılar” diyor. Bu adaletsizliğe dikkat çekmek, bir zamanlar devrimcilerin “banka” diye bir dertleri olduğunu ve hatta banka soyduklarını hatırlamak için alt başlık olarak seçtim. Unutmayalım: Brecht, “Banka açmak banka soymak kadar suçtur” der.

Özellikle sol’un yüzleşmesi üzerinde çok duruyorsunuz. Son dönemde de bu yüzleşme, birleşme ya da ilerleme teorileri yine gündemde. Tabii Türkiye’de yıllardır yapılıyor bu. Peki, tek eleştirilmesi gereken sol mudur?
Kuşkusuz değil! Ama “daha iyi bir hayat” iddiasını taşıyan solun öncelikle kendi geçmişiyle yüzleşmesi gerekir. Komünist Manifesto 1848’de yayımlandı. Berlin Duvarı 1989’da yıkıldı. Dünya’yı kendi gündemine davet eden 141 yıllık bir pratik çöktü. Bu pratiğin içinde yetişen Türkiye solu da çöktü. THKP-C, THKO, TKP-ML vb. örgütlenmeler; SSCB, Çin ve Arnavutluk üzerinden siyaset yapma tercihleri ağır bir yenilgiye uğradı. Ortalıkta devasa bir düşünsel enkaz var. Her seçimde giderek küçülen Türkiye solunda ise hasar tespit çalışması bile yok. Aynı kültürel iklimin kod’larıyla siyaset sahnesine çıkılıyor. Üstelik gençlere kötü örnek olunuyor. AKP’nin yaptığı hatalar üzerinden kendine meşruiyet arıyor.

AKP?
AKP ise 1400 yıllık bir geleneğin mirasçısı. “İslam medeniyeti” adlı bir kavramsallaştırmanın sürdürücüsü. Ama Türkiye’de bu medeniyeti gerçekleştirecek ne düşünsel altyapıya sahip ne de kendi düşünsel yoksunluklarıyla yüzleşmeye cesareti var. Medeniyet kavramına derinlik ve zarafet kazandıran sözcüğün “estetik” olduğunun farkında bile değil. Itri’nin, Dede Efendi’nin, Mimar Sinan’ın yüzyıllar öncesinden gelen estetik önerilerini hunharca harcıyor; TOKİ evleri, Çamlıca Camisi, karikatürü andıran padişah sarayı gibi örneklerle mi İslam medeniyetini sürdürecekler? Artık bir virüse dönüşen AKP, bu toprakların başına bela olmaktan çıktığında İslam’ın medeniyet iddiası da çöp kutusunu boylayacak ve kimse o çöp kutusundan bir daha çıkaramayacak.

İslam son 300 yıldır çöküşte. Dünyanın en despotik, insan haklarının ayaklar altına alındığı, kadınların aşağılandığı ülkeleri İslam’ın kurallarıyla yönetiliyor. Üstelik mali sorunları da yok. Katar, Kuveyt, BAE gibi ülkelerden dünyaya yayılan “Bakın, burada daha iyi bir hayat var, İslam adına biz gerçekleştirdik, İslam medeniyeti budur!” şeklinde bir öneriyi siz duyuyor musunuz?     

Neden kahraman olarak Çingeneleri seçtiniz?
Dünyanın en eski halklarından biri Çingeneler. Ama insanlığın işlediği bütün büyük suçlarda hiçbir payları yok: Devlet, üniversite ve kerhane kurmamış; düzenli ordularla birbirleriyle savaşmamış, uçak gemisi/atom bombası icat etmemiş; banka, borsa ve toplama kampları oluşturmaya hiç girişmemiş, gazete çıkarmamış… bir halk. Üstelik bilim-kurgu değil, tüm gerçekliğiyle hemen yanı başımızda duruyorlar. Aradığım entelektüel şiddet için güçlü bir kalkış noktası olduğunu saptadım.

Şükrü Argın’ın Yarabıçak’a yazdığı sunuşta şöyle bir cümle geçiyor: “Yarayı bıçakla yüzleştiriyor.” Yüzleşme konusunda fazlasıyla sınıfta kalan bir ülkede, hatta dünyada yaşıyoruz. Tarihle bir yana, kendimizle ne kadar yüzleşebiliyoruz?
Şükrü Argın’ın özenilmiş, incelikli sunuşunun esin kaynağı girişteki şiir. Baudelaire, “Hem yarayım hem de bıçak/Kurban benim, cellat da!” der. Sorunun ve çözümün kaynağının kendimiz olduğuna dikkat çeker. Zorba’nın “itaat et” talebi itaat edilince somutlaşır, itaat etmeyince zorba’nın bütün varlığı yok olur.

Peki, sizce Yarabıçak son sayfasında bitiyor mu?
Kesinlikle hayır! Dikkatli okuyucu fark edecektir, cevap veren değil soruları çoğaltmayı amaçlayan bir metin bu. Kitap bittiğinde size yeni sorular armağan etmişse amacına ulaşmış demektir, yeni sorularınız yoksa yakın gitsin, beceremedim demek ki!

Son olarak?
Daha çok ihlal!

23.02.2015, Taraf

taraf-kapak